ÖZET
Amaç:
Bu çalışmada, otizm spektrum bozukluğu (OSB) tanılı çocuklarda prenatal ve perinatal özelliklerin geriye dönük olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem:
01.01.2018-31.12.2019 tarihleri arasında kliniğimize başvurmuş, yaşları 12-72 ay arasında olan ve OSB tanısı almış olgular ile aynı zaman aralığında polikliniğimize başvurup herhangi bir nörogelişimsel bozukluk tanısı almamış olan olguların (kontrol grubu) dosya verileri geriye dönük olarak incelenmiş, pre/perinatal özellikler açısından karşılaştırılmıştır.
Bulgular:
Prenatal özelliklerden; gebelik sırasında anne yaşı ve baba yaşı, anne-baba yaşı arasındaki fark, gebelik sırasında annede tıbbi hastalık varlığı, düşük tehdidi, annenin gebelikte maruz kaldığı olumsuz yaşam olayları ve gebelikte sigara/ilaç kullanımı OSB grubunda anlamlı yüksek saptanmıştır. Perinatal özellikler arasında; düşük doğum ağırlığı, preterm doğum, zor doğum öyküsü, sezaryen doğum, hipoksi/asfiksi öyküsü, kuvöz/yoğun bakım öyküsü oranı OSB grubunda kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulunmuştur. OSB grubunda cinsiyete göre yapılan analizlerde, prenatal etmenlerden anne ve baba yaşı, erkek OSB’lilerde kızlara göre anlamlı yüksek saptanmıştır. Perinatal etmenlerden ise; zor doğum öyküsü, hipoksi/asfiksi öyküsü ve kuvöz/yoğun bakım öyküsü yine erkek OSB’lilerde kızlara göre anlamlı yüksek saptanmıştır.
Sonuç:
Çalışmamızda, otizm olgularında otizm olmayan olgulara göre daha fazla prenatal ve perinatal güçlük olduğu saptanmıştır. İleri anne-baba yaşı dışında, anne-baba yaşı arasındaki farkın da otizmli grupta anlamlı yüksek bulunması dikkat çekicidir. Ek olarak, bazı pre/perinatal özelliklerin, özellikle erkek otizmli olgularda anlamlı fazla olması da mevcut literatür bulgularıyla birlikte yorumlandığında araştırılmaya değer görülmektedir.
Giriş
Otizm spektrum bozuklukları (OSB); çocukluk çağı nörogelişimsel bozuklukları içerisinde yer alan, belirtileri erken çocukluk döneminde başlayan, sosyal-iletişimsel alanda belirgin yetersizlikler ve sınırlı, tekrarlayıcı davranışlar ve ilgi alanları ile karakterize bir klinik tablodur.1 Yaygınlığı tüm dünyada ciddi bir şekilde artmaktadır. Yakın tarihli bir çalışmada, tahmini prevalansı %1,68 (59 çocukta 1) olarak bildirilmiştir.2 Prevalanstaki bu dramatik artışta, hem anne-babaların hem de klinisyenlerin otizm ile ilgili farkındalıklarının artması, tanı kriterlerinin değişmesi, ebeveynlerin önyargılarının azalması dolayısıyla hekime başvurunun çoğalması, daha nitelikli kayıtların tutulması gibi nedenlerin etkili olduğu belirtilmekteyse de, uygulamadaki bu değişikliklerin, prevalanstaki tüm artışın ancak dörtte birini açıklayabildiği belirtilmiştir.3,4 Bu nedenlerle, etiyolojisini anlamak ve olası riskleri tespit etmek için otizm etiyolojisine yönelik çalışmaların artarak devam ettiği görülmektedir.
Bugüne kadar yapılmış çok sayıda çalışmaya rağmen otizmin etiyolojisi halen net olarak belirlenememiştir. Genel olarak üzerinde durulan görüş, çoklu etmenlerin etkileşimi sonucu gelişen bir beyin gelişim bozukluğu olduğu yönündedir.5,6 Günümüze kadar yapılan çalışmalarda, beyindeki yapısal ve işlevsel değişimler, bu değişimlerin başlama yaşı ve bu değişimlere yol açan genetik ve çevresel etmenler gibi pek çok özelliğin araştırıldığı görülmektedir.7 Etiyolojide gen-çevre etkileşimi ve epigenetik etmenler ile ilgili araştırmalar da artmakta ve bu araştırmalarda çevresel etmenlerin önemine işaret edilmektedir.8 Yapılan bir ikiz çalışmasında, ikizler arasında otizm riskinde varyansın %55’inin çevresel faktörlerle açıklanabileceği belirtilmiş, bu oranın tüm OSB için %58 olduğu bildirilmiştir.9
Çevresel etmenler, virüslerden ilaçlara, kimyasal ya da fiziksel ajanlardan sosyal ve kültürel etkilere kadar değişen non-genetik faktörler olarak tanımlanabilir.10 Otizmin etiyolojisindeki çevresel risk etmenleri ise genellikle beyin gelişimini prenatal, perinatal ve postnatal dönemde etkileyebilen etmenler olarak sunulmaktadır. Çevresel etmenlere maruz kalmanın, hücre farklılaşması ve migrasyonu, kortikal mini-kolonlar gibi yapıların formasyonu, sinaptogenez ve miyelinizasyon ya da epigenetik mekanizmalar gibi farklı süreçlerle beyin gelişimini etkileyebileceği öne sürülmektedir.10
OSB etiyolojisinde çevresel etmenlerden prenatal ve perinatal özelliklerin değerlendirildiği çalışmalara bakıldığında; şimdiye kadar, ileri ebeveyn yaşı, annenin gebelikte geçirdiği tıbbi/psikiyatrik hastalıklar, gebelikte sigara/alkol/ilaç kullanımı, diğer toksik ajanlara maruziyet, prematurite, hipoksi, beslenme, D vitamini eksikliği, aşılar, doğumda bebeğe ait özellikler, doğum mevsimi gibi pek çok etmenin araştırıldığı; farklı çalışmalarda farklı sonuçlara ulaşıldığı; OSB’nin, tek bir etmenden ziyade birden çok etmenle ilişkilendirilmiş olduğu izlenmektedir. Bu nedenle konu ile ilgili çalışmalar halen yapılmaya ve elde edilen bulguların literatür ile uygun olup olmadığı tartışılmaya devam etmektedir.
Konu ile ilgili mevcut literatür bilgilerine göre; en tutarlı bulgunun, “ileri anne-baba yaşı” olduğu ifade edilmekte ve bu bulgu çalışmalarla desteklenmektedir.6,11-13 Yapılan bir meta-analizde, ileri anne yaşının %41, ileri baba yaşının ise %55 oranında OSB riskini attırdığı ifade edilmiştir. Daha düşük anne yaşı %10’dan fazla, daha düşük baba yaşı ise yaklaşık %20 oranında daha düşük otizm riski ile ilişkili bulunmuştur.14 Son yıllarda, anne-baba arasındaki yaş farklılıklarının da OSB gelişiminde önemli olabileceğine işaret edilmektedir.12 Ancak, bu konudaki çalışmaların oldukça kısıtlı sayıda olduğu ve sonuçlarının halen netlik kazanmadığı görülmektedir.
Tüm bu bilgilerin ışığında, bu çalışmada, otizm tanılı olgularda gözlenen beyin değişimlerine sebep olabileceği düşünülen prenatal ve perinatal özelliklerin araştırılması amaçlanmıştır. Aynı zamanda, OSB ve kontrol grupları arasında anlamlı olarak farklılaşan özellikler, sonrasında OSB grubunda cinsiyete göre de değerlendirilmiştir. Bu alanda yapılacak çalışmaların artmasının, çalışma sonuçlarının netleşmesine katkı sağlayabileceği düşünülmüştür. Bu etmenlerin bir kısmının değiştirilebilir etmenler olduğu düşünüldüğünde, elde edilecek daha net sonuçların, otizm riskini belirleme ve hatta azaltma açısından olumlu olabileceğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Gereç ve Yöntem
Çalışmamız, üniversitemiz girişimsel olmayan araştırmalar etik kurulu tarafından onaylanmıştır (karar no: 2020/8-19).
Çalışmada, 01.01.2018-31.12.2019 tarihleri arasında kliniğimize başvurmuş, yaşları 12-72 ay arasında olan ve OSB tanısı almış olgular ile aynı zaman aralığında polikliniğimize başvurup herhangi bir nörogelişimsel bozukluk tanısı almamış olan olguların dosya verileri geriye dönük olarak incelenmiştir. Çalışmaya 72 aya kadar olan çocukların alınmış olmasının nedeni; yaşça daha büyük çocuklara göre, doğumdan sonra daha kısa bir sürenin geçmiş olması ve bu nedenle ebeveynlerin prenatal ve perinatal dönem özelliklerini daha kolay ve daha sağlıklı bir şekilde hatırlamalarının mümkün olduğunun düşünülmesidir.
Çalışmamızda iki grup oluşturulmuştur:
1. Grup (OSB grubu): Yapılan psikiyatrik ve psikometrik değerlendirmeler sonucu DSM-5 kriterlerine göre OSB tanısı alan olgular. Bu grup, çalışmamızın hedef grubunu oluşturmaktadır.
2. Grup (kontrol grubu): Yapılan psikiyatrik ve psikometrik değerlendirmeler sonucu DSM-5 kriterlerine göre herhangi bir nörogelişimsel bozukluk (otizm spektrum bozukluğu, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, zihinsel yetersizlik, iletişim bozuklukları, özgül öğrenme güçlüğü, motor bozukluklar) tanısı almayan olgular. Bu grup çalışmamızın kontrol grubunu oluşturmaktadır.
Altı yaşından küçük olmak, kliniğimize başvuru sırasında yapılan değerlendirmeler sonucunda ve DSM-5 kriterlerine göre OSB tanısı almış olmak, dosya bilgilerinin ulaşılabilir ve yeterli olması olgu grubu için çalışmaya alınma kriterlerini oluşturmuştur. Kliniğimize başvuru sırasında yapılan değerlendirmeler ve DSM-5 kriterlerine göre herhangi bir nörogelişimsel bozukluk tanısı almayan, dosya bilgileri ulaşılabilir ve yeterli olan altı yaşından küçük olgular kontrol grubu olarak çalışmamıza alınmıştır. Her iki grup için; nörolojik, metabolik ve genetik hastalık tanısı bulunan olgular ile dosya bilgileri yetersiz olan olgular çalışma dışı bırakılmıştır. Ayrıca, bunlara ek olarak OSB grubu için, OSB dışında nörogelişimsel bozukluğu bulunan olgular da çalışmaya dahil edilmemiştir.
Tanı değerlendirmesi ayrıntılı bir şekilde alınan anamnez, detaylı ruhsal muayene, gelişimsel ve bilişsel değerlendirme bulguları, klinik değerlendirme ölçekleri ve DSM-5 kriterleri ile yapılmıştır. Olguların dosyalarında kayıtlı olan verilerden elde edilen prenatal ve perinatal dönem özellikleri değerlendirilmiştir. Çalışmada olguların dosya bilgilerine ek olarak, tüm olguların klinik değerlendirmeleri ve izlemleri sırasında kullanılmış olan ve dosyalarında eksiksiz şekilde sonuçları bulunan klinik değerlendirme ölçeklerinin verilerinden de yararlanılmıştır.
Çalışmada değerlendirilen prenatal özellikler: Gebelik sırasında anne-baba yaşı, anne-baba arasındaki yaş farkı, gebelik sırasında annede tıbbi hastalık, gebelik sırasında olumsuz yaşam olayı öyküsü, gebelikte psikiyatrik hastalık varlığı, düşük tehdidi, annenin gebelik sırasında sigara, alkol ya da ilaç kullanımı.
Çalışmada değerlendirilen perinatal özellikler: Doğum tipi, preterm doğum, düşük doğum ağırlığı, zor doğum öyküsü (indüklenmiş doğum, vakum/forseps kullanımı, uzamış travay vs.), perinatal hipoksi/asfiksi, kuvöz/yoğun bakım öyküsü, yenidoğan sarılığı, doğum mevsimi.
Çalışmamızda, OSB ve kontrol grupları arasında anlamlı olarak farklılaşan özellikler, sonrasında OSB grubunda cinsiyete göre de değerlendirilmiştir.
İstatistiksel Analiz
Analizler SPSS 20 paket programında değerlendirilmiştir. Gruplar arası kategorik verilerin karşılaştırılmasında ki-kare analizi (Pearson chi-square) uygulanmış, beklenen değerlerin %20’den fazlasının 5’ten küçük olması durumunda Fisher’s Exact testi göz önüne alınmıştır. Kategorik olmayan değişkenlerin normal dağılıma uygunluğu Kolmogorov-Smirnov testi ile değerlendirilmiştir. Kategorik olmayan verilerimizin tümünün normal dağılıma uymadıkları görülmüştür. Bu nedenle hepsinin iki grup arasındaki karşılaştırılmasında Mann-Whitney U testi uygulanmıştır. Normal dağılıma uymayan tüm değişkenler ortanca ve çeyrekler arası aralık (ÇAA) olarak verilmiştir. Kategorik değişkenler, yüzde ve n olarak sunulmuştur. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir.
Bulgular
Sosyodemografik Özellikler
Çalışmamıza, yaşları 12-72 ay arasında değişen, 111 OSB ve 158 kontrol olmak üzere toplam 269 olgu dahil edildi. Kontrol grubundaki olguların %20,9’unda (n=33) herhangi bir psikiyatrik bozukluk bulunmazken, geri kalan kontrol olgularının nörogelişimsel bozukluklar dışında psikiyatrik bozukluğa sahip oldukları izlendi. Bu olguların tanı dağılımları şu şekilde saptandı. %24,7 (n=39) anksiyete bozukluğu; %10,1 (n=16) çocukluk çağı mastürbasyonu; %7 (n=11) enürezis; %7 (n=11) uyum bozukluğu; %6,3 (n=10) depresif bozukluk; %5,7 (n=9) yeme bozukluğu, %5,1 (n=8) obsesif kompulsif ve ilişkili bozukluk; %5,1 (n=8) kardeş kıskançlığı; %2,5 (n=4) bruksizm; %1,9 (n=3) enkoprezis.
OSB grubunda yaş ortancası 47,00 ay (ÇAA=23,00); kontrol grubunda yaş ortancası 48,00 ay (ÇAA=24,50) olarak saptandı. Gruplar arasında olguların yaşları açısından anlamlı farklılık izlenmedi [Mann-Whitney U test (MWU)=7907,5; p=0,170].
OSB olgularının %71,2’si erkek (n=79), %28,8’i (n=32) kız iken; kontrol grubundaki olguların %52,5’i erkek (n=83), %47,5’i ise kızdı (n=75). OSB grubunda, erkeklerin sayısı kızlardan anlamlı olarak daha fazlaydı (x2=9,456, p=0,002).
Anne-baba eğitimi, ailenin aylık geliri, yaşanılan yer, aile tipi açısından gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Gruplara ait sosyodemografik veriler Tablo 1’de gösterilmiştir.
Prenatal Özellikler
OSB grubundaki olguların annelerinin, gebelik sırasındaki yaşları (ortanca=28,00; ÇAA=8,00), kontrol grubundaki olguların annelerinin gebelik sırasındaki yaşlarından (ortanca=27,50; ÇAA=6,00) anlamlı olarak yüksek saptandı (MWU=7306,0; p=0,020). Aynı şekilde, otizm grubundaki olguların babalarının, annenin gebeliği sırasındaki yaşları (ortanca=31,00; ÇAA=7,00), kontrol grubundaki olguların babalarının, annenin gebeliği sırasındaki yaşlarından (ortanca=30,00; ÇAA=7,00) anlamlı olarak yüksekti (MWU=6778,5; p=0,001). Otizmli olguların anne yaşları ile baba yaşları arasındaki fark, kontrol olgularına göre anlamlı olarak daha fazla saptandı (MWU=7104,0; p=0,011).
Otizmli olguların annelerinin %13,5’inin (n=15) gebelik sırasında herhangi bir tıbbi hastalık geçirdiği saptanırken, kontrol grubunda bu oran %5,1 (n=8) olarak bulundu; gruplar anlamlı olarak farklılaştı (x2=5,954; p=0,015). Otizmli olguların anneleri, kontrol grubuna göre gebeliklerinde anlamlı olarak daha fazla olumsuz yaşam olayı yaşamışlardı (x2=4,186; p=0,041). Ancak, gebelikte annedeki tanı almış psikiyatrik hastalık varlığı açısından gruplar anlamlı farklılaşmadı (x2=2,317; p=0,128). Otizmli olguların annelerinin gebeliklerinde, düşük tehdidi oranı %19,8 (n=22) iken, kontrol olgularının annelerinde bu oran %8,9 (n=14) olarak saptandı; gruplar anlamlı olarak farklılaştı (x2=6,755; p=0,009). Otizmli çocukların annelerinin gebelikte sigara kullanımı (Fisher’s Exact test p=0,018) ve herhangi bir ilaç kullanımı (x2=10,146; p=0,001) kontrol grubu annelerine göre anlamlı olarak daha yüksek iken, alkol kullanımı açısından gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı (Fisher’s Exact test p=0,571).
Grupların prenatal özellikleri Tablo 2’de sunulmuştur.
Perinatal Özellikler
Çalışmamızda OSB grubunda sezaryen doğum oranı (%42,3; n=47) kontrol grubundan (%30,4; n=48) anlamlı olarak yüksek bulundu (x2=4,084; p=0,043). Preterm doğum ve düşük doğum ağırlığı oranı da OSB grubunda anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla p=0,021; p=0,015). OSB grubundaki olgularda kontrollere göre daha fazla zor doğum öyküsü vardı (x2=5,806; p=0,016). Perinatal hipoksi/asfiksi öyküsü ile kuvöz/yoğun bakımda kalma öyküsü de OSB grubunda anlamlı fazlaydı (sırasıyla p=0,001; p=0,016). Yenidoğan sarılığı ve doğum mevsimi açısından gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı (sırasıyla p=0,247; p=0,577).
Grupların perinatal özellikleri Tablo 3’te sunulmuştur.
Cinsiyete Göre Yapılan Değerlendirmeler
OSB ve kontrol grupları arasında anlamlı olarak farklılaşan prenatal etmenler arasında, gebelik sırasında anne yaşı ve gebelik sırasında baba yaşı OSB’li erkeklerde kızlara göre anlamlı olarak yüksek bulundu (sırasıyla p=0,015; p=0,048). Bunların dışındaki prenatal etmenler, OSB grubunda cinsiyet açısından anlamlı farklılaşmadı.
OSB ve kontrol grupları arasında anlamlı olarak farklılaşan perinatal etmenler arasında zor doğum, perinatal hipoksi/asfiksi ve kuvöz/yoğun bakım öyküsü OSB’li erkeklerde kızlara göre anlamlı olarak fazla bulundu (sırasıyla p=0,040; p=0,036; p=0,040). Bunların dışındaki perinatal etmenler, OSB grubunda cinsiyet açısından anlamlı farklılaşmadı.
OSB grubunda cinsiyete göre yapılan değerlendirmeler Tablo 4’te sunulmuştur.
Tartışma
Prenatal özellikler: Çalışmamızda prenatal özelliklerden gebelik sırasındaki anne-baba yaşı, anne-baba arasındaki yaş farkı, gebelikte annede tıbbi hastalık varlığı, maruz kaldığı olumsuz yaşam olayları, sigara/ilaç kullanımı ve düşük tehdidi OSB grubunda anlamlı yüksek saptanırken, gebelik sırasında annede psikiyatrik hastalık varlığı ile alkol kullanımı gruplar arasında anlamlı farklılaşmamıştır.
Literatürde otizmli olgularda çevresel etmenlerin incelendiği çalışmalara bakıldığında, görece en tutarlı bulgunun ileri anne-baba yaşı olduğu izlenmektedir.11,13,15 Yirmi yedi çalışmanın dahil edildiği bir meta-analizde, ileri anne yaşının %41, ileri baba yaşının ise %55 oranında OSB riskini artırdığı ifade edilmiştir.14 Çalışmamız ileri anne-baba yaşı açısından literatürle uyumlu görünmektedir. İleri anne yaşı ile oluşabilecek hormonal değişiklikler, intrauterin ortamın etkilenmesi, fetal kromozomal anormallik olasılığının artması gibi sebepler OSB riski ile ilişkili olabilir. Baba yaşı ile ilişkili olarak, erkek germ hücrelerinde ortaya çıkan de novo mutasyonların OSB, şizofreni gibi çeşitli nörogelişimsel bozuklukların altında yatan bir mekanizma olabileceği ifade edilmektedir.16-18
Literatürde görülebildiği kadarıyla anne-baba arasındaki yaş farkını değerlendiren çalışmaların kısıtlı ve sonuçlarının tutarsız olduğu izlenmiştir.12,19 Yakın tarihli bir çalışmada, yaşları birbirine benzer olan anne-babaların çocuklarında hem otizm hem de şizofreni riskinin daha düşük saptandığı ve ebeveynlerin yaşları arasındaki farkın artmasının otizm riski ile ilişkili olduğu belirtilmiştir.20 Çalışmamızda saptadığımız bulgu bizlere, ileri ebeveyn yaşı ile ilgili olarak, yalnızca bir üstteki paragrafta sözü edilen biyolojik değişikliklerin değil, biyolojik olmayan başka mekanizmaların da etkili olabileceğini düşündürmektedir. Otizmli bir çocuğa sahip, aralarında yaş farkı fazla olan çiftlerin aile içi paylaşımlarının/dinamiklerinin, sosyokültürel özelliklerinin, ebeveynlerin çocuklara karşı ve birbirlerine karşı tutumlarının araştırılması bu konuda kıymetli veriler sunabilir.
Literatürdeki mevcut çalışmalarda görülebildiği kadarıyla, gebelikte annede tıbbi bir hastalığın varlığının, gebelik sırasında medikasyon amaçlı ilaç kullanımının ve düşük tehdidinin çocukta otizm riskini artırdığını ifade eden çalışmalar çoğunluktadır ve bazı meta-analizlerle desteklenmiştir.6,21-28 Çalışmamızın bulguları bu etmenler açısından literatürle uyumlu olarak izlenmiştir ve mevcut bulguları destekler görünmektedir.
Annenin gebelikte sigara kullanımı ile OSB riskini değerlendiren mevcut çalışmaların sonuçları çelişkilidir. Bazı çalışmalarda, bizim çalışmamızla uyumlu olarak, gebelikte sigara kullanımı ile otizm arasında bir ilişki olduğundan söz edilmiş olsa da,24,29 bu bulguyu desteklemeyen çalışmalar da bulunmaktadır.30,31 Prenatal alkol kullanımı ile ilgili literatür incelendiğinde ise yine farklı sonuçlara ulaşıldığı görülmektedir.32,33 Yakın tarihli bir çalışmada olgular, aldıkları alkol miktarları açısından “hafif içme”, “orta içme” ve “ağır içme” olarak kategorize edilmişler; çalışma sonucunda, üç grupta da OSB riski açısından anlamlı ilişki saptanmadığı bildirilmiştir.34 Konu ile ilgili literatürdeki farklı sonuçlar çalışmaların metodolojik özellikleri, örneklemin seçildiği bölge ve annelerin bireysel özellikleri ile ilişkili olabilir. Bizim çalışmamızın yapıldığı bölgenin sosyokültürel özellikleri de düşünüldüğünde, il bazında alkol kullanımının oldukça düşük düzeyde olmasının,35 çalışma sonuçlarını etkileyen bir faktör olabileceği düşünülmüştür. Bulguların netleşmesi için ileri çalışmalara ihtiyaç olduğu görülmektedir.
Prenatal maternal stresin OSB ile ilişkisini değerlendiren çalışmaların da henüz netlik kazanmadığı görülmektedir. OSB’li olguların annelerinde, gebelik sırasında geçirilen psikiyatrik hastalık öyküsünün ya da olumsuz/stresli yaşam olaylarının, OSB’li olmayanlara göre genellikle artmış olduğunu bildiren çalışmalar bulunmaktadır.6,36 Bununla birlikte, prenatal stres ile otizm arasında herhangi bir ilişki saptanmadığını bildirilen çalışmalara da rastlanmaktadır.37,38 Çalışmamızda saptadığımız, OSB’li olguların annelerinin gebelikleri sırasında yaşadıkları olumsuz yaşam olaylarının yüksek olup, tanı almış psikiyatrik hastalık açısından anlamlı farklılaşmamalarının, annelerin mizaç özellikleri, olumsuz yaşam olayları karşısındaki baş etme mekanizmaları ya da psikiyatri kliniğine başvurup başvurmama durumları ile ilişkili olabileceği düşünülmüştür.
Perinatal özellikler: Çalışmamızda sezaryen doğum, preterm doğum, düşük doğum ağırlığı, zor doğum öyküsü, hipoksi/asfiksi öyküsü, kuvöz/yoğun bakım öyküsü oranı OSB’li olgularda kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulunmuştur. Konu ile ilgili literatürdeki mevcut çalışmalar değerlendirildiğinde, çoğunlukla, preterm doğum, perinatal hipoksi/asfiksi öyküsü, zor doğum öyküsü, sezaryen doğum ile OSB arasında ilişki olduğu bildirilmektedir.6,11,24,28,39-43 Çalışmamızın bulguları bu açıdan literatürle uyumlu ve mevcut bulguları destekler görünmektedir.
Çalışmamızda, doğum mevsimi gruplar arasında farklılaşmamıştır. Doğum mevsimi ile ilgili yapılmış literatürdeki çalışma sonuçlarının tutarsız olduğu görülmektedir. Kimi çalışmalarda ilkbahar kimi çalışmalarda sonbahar, bazılarında ise yaz dönemi doğumları ile OSB arasında ilişki olduğu bildirilmiştir.44-48 Bunların yanında, doğum mevsimi ile OSB prevalansı arasında anlamlı bir ilişki saptamayan çalışmalar da bulunmaktadır.49-51 Çalışmamızın bulguları, OSB sıklığının doğum mevsimi ile değişmediğini gösteren çalışmalar ile uyumlu görünmektedir. Çalışmalardaki tutarsız sonuçlar örneklem büyüklüğü, coğrafi farklılıklar gibi özelliklerle ilişkili olabilir.
Çalışmamızda, yenidoğan sarılığı gruplar arasında farklılaşmamıştır. Literatürde çoğunlukla yenidoğan sarılığı ile otizm arasında anlamlı ilişki olduğu bildirilmektedir.6,11,52 Görebildiğimiz kadarıyla yalnızca bir çalışmada, neonatal hiperbilirübineminin OSB için bir risk faktörü olmadığı saptanmıştır.53 Bu açıdan çalışmamız literatürle uyumlu görünmemektedir. Örneklem grubunun özellikleri ve örneklem sayısının küçüklüğü sonuçlarımızı etkilemiş olabilir. Örneğin, çalışmamızda OSB grubunda, yüksek oranda (yaklaşık dört çocukta bir) preterm doğum olduğu görülmektedir. Oldukça güncel bir meta-analizde, preterm doğanlarda, protein düzeylerinde veya bilirubinin albümine bağlanma affinitesinde değişiklikler olabileceği için, pretermlerdeki OSB ile yenidoğan sarılığı arasındaki ilişkinin anlamlı olmadığı ifade edilmiştir.52 Gruplarımız arasında yenidoğan sarılığı açısından anlamlı fark çıkmaması, OSB grubunda preterm doğumun anlamlı yüksek olmasıyla ilişkili olabilir. Daha homojen bir grupla yapılacak çalışmalar bu konuda daha sağlıklı sonuçlar verecektir.
Cinsiyete göre yapılan değerlendirmeler: Cinsiyete göre yapılan analizlerde prenatal özelliklerden anne ve baba yaşı, erkek OSB’lilerde kızlara göre anlamlı yüksek saptanmıştır. Perinatal özelliklerden ise; perinatal hipoksi/asfiksi öyküsü, kuvöz/yoğun bakım öyküsü ve zor doğum öyküsü, yine erkek OSB’lilerde kızlara göre anlamlı yüksek saptanmıştır. Bu sonuçların, ilgi çekici ve otizmin çeşitli özelliklerindeki cinsiyet farklılığına ilişkin literatür bulgularını destekleyen bir bulgu olduğu düşünülmüştür.54-59 Otizmde söz edilen bu cinsiyet farklılıkları, aşırı erkek beyni teorisi (extreme male brain) ya da dişi koruyucu etki (female protective effect) gibi çeşitli faktörlerle açıklanmaya çalışılmaktadır.60,61 Belki de erkek cinsiyetli bebeklerdeki olası genetik/hormonal/immünolojik birtakım farklılıklar/kırılganlıklar,62,63 bu bebeklerin prenatal ya da perinatal problemlere daha yüksek oranda maruz kalmasına neden oluyor olabilir ya da kız cinsiyetteki olası koruyucu farklılıklar kız cinsiyetini risk etmenlerine daha dayanıklı hale getiriyor olabilir. Elbette çalışmamızın örneklem sayısı ve metodolojisi ile bu konuda sağlıklı bir yorum yapılamaz ancak ilerideki çalışmalar için araştırılmaya değer bir alan olarak göründüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.
Çalışmanın Güçlü Yanları ve Kısıtlılıkları
Çalışmamızda grupların sosyodemografik özellikler açısından anlamlı farklılaşmamasının, bulgularımızın daha sağlıklı yorumlanması açısından önemli olduğu ve çalışmamızın gücünü artırdığı düşünülmüştür. Literatür incelendiğinde ülkemizin çeşitli bölgelerinde benzer özellikleri değerlendiren çalışmalara rastlanmakla birlikte, mevcut çalışmaların daha çok ülkemizin kuzey ya da batı örnekleminden alınan olgularla yapıldığı görülmektedir. Çalışmamızın sosyokültürel, iklimsel, demografik çeşitli farklılıklara sahip Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki bir ilden alınan örneklemle yapılmasının, konuya ülke genelinde daha bütüncül yaklaşma açısından da katkı sağlayabileceği düşünülmüştür. Ancak, örneklem sayımızın küçüklüğü ve retrospektif bir çalışma olması çalışmamızın önemli kısıtlılıklarıdır. Hava kirliliği, pestisitler gibi çeşitli toksinlere maruz kalma ile ilgili bilgiler olguların dosyalarında bulunmadığı için bu özellikler çalışmamızda değerlendirilememiştir. Bir başka kısıtlılığımız; kontrol grubunun homojenliğini net olarak sağlayamamamızdır. Kontrol grubumuz, herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan olguların yanında, nörogelişimsel bozukluğu bulunmayan ancak nörogelişimsel bozukluk dışında başka psikiyatrik tanılara sahip olan olgulardan oluşturulmuştur. Daha homojen gruplarla yapılacak çalışmalar daha net sonuçlar verecektir.
Sonuç
Çalışmamızda, otizm olgularında otizm olmayan olgulara göre daha fazla prenatal ve perinatal güçlük olduğu saptanmıştır. İleri anne-baba yaşı dışında, literatürde oldukça kısıtlı çalışıldığını gördüğümüz, anne-baba yaşı arasındaki farkın da otizmli grupta anlamlı yüksek bulunması dikkat çekicidir. Ek olarak, bazı etmenlerin özellikle erkek otizmli olgularda anlamlı fazla olması da mevcut literatür bulgularıyla birlikte yorumlandığında araştırılmaya değer görülmektedir. Tüm bunların yanında, çalışmamız da dahil olarak, konu ile ilgili mevcut literatüre bakıldığında; çalışmaların sonuçları otizm etiyolojisinde prenatal ya da perinatal dönemdeki birden çok etmeni işaret ediyor görünmektedir. Bu nedenle, gelecekteki çalışmalarda, tek bir faktörün etkisini değerlendirmenin yanında faktör kombinasyonlarının da etkisini araştırmak daha açıklayıcı bulgular sunabilecektir.